CANLI YORUMLAR
ELİF EZGİ UZMANSEL
ELİF EZGİ UZMANSEL
Yazar

ANLATMANIN YOLU

Korkularım...
01.05.2013

Korktuklarım bazen durdursa da beni çoklukla kışkırttı. Ne kadar korktuysam o kadar yaşadım. Cesaretimin şiddeti, korkumun büyüklüğüne bağlıydı daima. Aşktan korktukça aşkı kovaladım, evlilikten, anne olmaktan… Ne kadar korkuyorsam o kadar yaklaştım, o kadar tutundum ve olacakları o kadar merak ettim. Ne kadar korkuyorsam o kadar sevdim ve o kadar çok şeyi göze aldım. Böylelikle dönüştürebildim içimi kemiren ne varsa, mutsuzluktan mutluluğa, çaresizlikten çözüme, beceriksizlikten yeteneğe, düş kırıklığından hayalperestliğe…

 

Yazmaktan korktum ben ve korktuğum kadar vardı.

 

Kelimeler elime geçtiğinde ben onları ne kadar çok dönüştürebiliyorsam, onlar da aynını bana yapıyorlardı. Kendimi bir tutsaktan farksız hissederken gökyüzü oluyordum, yalnızken âşık, vazgeçmişken dirençli… Çok fazla somut malzemeye gereksinmem yoktu. Kalem, kâğıt, bilgisayar artık ne varsa… Yalnızca kendi yazdıklarım değil, yazılmış olanlar da benim ateşimdi. Anlatıcılar, kâğıtlarına bir tünel kazmış ve herkesin bildiği anlamdaki dünyadan kelimelerle kaçıyorlardı. En akademik ve soğuk gelebilecek yazılar dahi, başka türlü bir dünyanın mümkün olduğunu ya da en azından buna inanan birileri olduğunu ispat eder gibiydi.  Yazmak yaşamanın en güzel alternatifiydi.

 

Okumayı ve yazmayı yeni sökmüştüm, altı yaşımı doldurmamıştım bile. Okula servisle gidip geliyorduk ve yol çok uzundu. Servisteki arkadaşlarımdan özellikle bir tanesi canının çok sıkıldığını söyleyip yakınırdı. Bir gün öyle bir isyan etti ki, ben de ertesi güne ödüllü bir oyun uydurdum. Herkesin ilgisini çekeceğini biliyordum. Bilmecelerden oluşan onlarca soruyu bir kâğıda yazdım, çantama koydum. Bir de birçok parçaya böldüğüm başka bir kâğıda kur’a olarak çekilecek şekilde, ödülleri yazdım. Soruyu bilen kişi bu kapalı kâğıtlardan birisini çekip ödülünün ne olduğunu öğrenecekti. Derken, oyun oynamaya başladık. İlk soruyu bilen çıkmayınca ikinci soruya geçtim…  Bu defa birden çok bilen çıktı. Ben de elimdeki torbayı uzatıp içinden bir kâğıt seçmelerini, ödüllerinin orada yazılı olduğunu anlattım. Ellerindeki kâğıtları okuyanlar hiddetlenmeye başladı… Çünkü bir kâğıtta “at” diğerinde ise “lunapark” yazıyordu. Onlara kim at verebilir, kim lunaparka götürebilirdi? Bunu bana sorduklarında “ben” yanıtını verdim. “Ben size at verebilir, lunaparka götürebilirim.” Nasıl yapacağımı sorduklarında “yazmayı biliyoruz ya artık” dedim… Yazarak her şey mümkündü. Oyun onlar için başlamadan bitti, bense neden benim için hâlâ sürüyor olduğunu yeni anlıyorum.

 

Hayatımın hangi döneminde olursa olsun, yazının kuruculuğunu da yıkıcılığını da tattım. Bazen okuyarak oldu bu, bazen de yazarak… Hatta bazen çizdim. O anda asıl derdimin yazmaktan da fazlası olduğunu öğrendim. Ben anlatmayı seviyordum. Ben de hayata anlatarak kafa tutabiliyor, onun üstesinden böyle gelebiliyordum.  Sineye çekmenin yolu da anlatmaktı, reddin de… Hem sonra, “özlemek” denilen şeyi (ister duygu diyin, ister tecrübe, isterseniz mecburiyet) öyle çok tatmıştım ki, sevdiğim şeylerden ayrılmak istemiyordum. Nereye gitsem benimle gelebilecekti anlatılarım. Ben anlatmayı seviyordum. Ondan kopamıyordum. Deniyordum, olmuyordu. Yokluğunda acı çekiyordum. Belki beni ele geçirmişti, belki de ben akıl almaz bir gönüllülükle teslim olmuştum. Bunu tartmadım. İyi ya da kötü, ustaca ya da acemice, sığ ya da derin demeden sadece kocaman bir samimiyet ve adanmışlıkla, mutluluğun bunda gizli olduğuna yürekten inanarak anlatabildiğimce anlattım.

 

Parmağını ıslatıp, havaya kaldırarak rüzgârın nereden estiğini hesaplar gibi, akıntı nereye sürüklüyorsa ona göre anlatılır mı bir şeyler bilmem…

 

Ben böyle yapamam. Canımdan, içimden, aklımdan, ruhumdan kopmuyorsa tamamlayamam söyleyeceklerimi. Çirkin bir tutarsızlık alır sözlerimi, plastik tadı verir her cümle… O yüzden birileri sever mi diye yazmak var mıdır? Benim için yoktur. Ama sayısı kaç olursa olsun, birilerine ulaşabilmek mühimdir ve ayrıdır. O söz, bir duvara söylenmiş gibi çarpıp düşer, yiter gider yoksa… İnanırım ki, insan ciğeri, sözleri ve anlatılanları solur. Hikâyeler, insanların kanına karışır. Bu yalnızlıkta bir yırtık açmanın yoludur, hikâye nereye gidiyorsa beraber gitmek istersiniz. Okurunuz yoldaşınız olur. Sizi dinleyen, anlattıklarınıza katılan kim varsa sizinle birlikte yürür. İçinde bir oda verir size, orada soluklanabilirsiniz.

 

Bunca şarkı, şiir, hikâye, resim, film… Bir derttir hepsi. Kavgadır. Çözümdür. Söylemeye mecbur kaldığımız şeydir. Bizim iz’imizdir, o yüzden iz bırakabilir… Karanlıkta birbirimizi onlar sayesinde, o izler sayesinde tanırız. Hatta kendimizi yitirdiğimizde dahi, bir şarkının, bir romanın, bir filmin izlerine tutunarak buluruz yolumuzu…

 

İşte o yüzden, aylar sonra masamın başına oturup yeni bir roman yazmaya başladım. Hikâye, içimde meyvesini çoktan vermiş, bağ bozumu zamanı gelmiş anlayacağınız… Bende bir hasat telaşı, ne güzel, ne tatlı, ne lezzetli şeyler var kafamda… Vaktini kaçırırsam dalında çürüyecek, içi geçecek… Kalemim nasıl çalışkan, coşkulu, iştahla anlatıyor. Zaman da durdu bir güzel, oh… Gece gündüze mi gündüz geceye mi karışıyor, ne ara kendimi masamın başına atıyorum bilemiyorum…  Yürek dolusu yazıyorum… Anlattıkça anlatasım geliyor. Ve bir anda duruyorum. Buz gibi. Öylece duruveriyorum.

 

Ben yazmaktan korktum hep… Korktuğum kadar varmış.

 

“Ben ne yapıyorum?” demekten korktum, korktuğum başıma geldi.

 

Üç tane kitabım, yüzlerce yazım, öyküm olabilir. Bu bir şeyin göstergesi mi bilmiyorum. İşin içinde ne emekçiler var, ne kalemler, ne akıllar… Benim de somutlaştırıp sunduğum bu kadar, nicelik olarak gösterebileceklerim bunlardan ibaret. Bir tane daha kitabım olsun mu? Tabii olsun ama önce benim hikâyelerim olsun, anlatabileyim ben… Dinlemek isteyen ama yüreğinin köküne kadar isteyenler gelsin buyursun… Fakat anlattıklarım kitaba dönüşür mü dönüşmez mi derken, o kadar çok şey yitirebiliyor ki insan. Ben bunu göze alamıyorum yeniden. Kapağı kaldırılmadan geri gönderilen dosyalar mı istersiniz, hikâyemi anlatmak için para isteyenler mi? Cin olmadan adam çarptığımı ima edenler mi istersiniz, piyasa için neler yapabileceğimi merak edip, sınırlarımı görmek isteyenleri mi? Benim içimde bir öykü, öyküye verilmiş bir emek, sözümü söyleme, derdimi dile getirme gayreti, yazmanın söylemenin mutluluğu… Yangında ilk gözden çıkarttıklarımız bunlar. Asıl olan ne varsa, ilk yitirilen de o oluyor ne yazık ki… Dövüşmekten korkmuyorum da, dövüşürken samimiyetimi yitirmekten korkuyorum. Anlatırken durmaktan, ya susmamı isterlerse demekten…  Ya dinlemezlerse, ya içimdeki karnaval despot bir baskına kurban giderse diye düşünürken içim bulanıyor.  

 

Belki o zaman susmalıyım, kimse susturmadan beni…

 

Masam, kalemim kâğıdım, bilgisayarım kesif bir sessizliğe gömülsün. Hikâye zihnimde doğsun, orada yaşayıp ölsün… Evet evet susmalıyım…

 

Ama yapamıyorum. O gün de yapamadım. Buz kesmiş halde kalkmıştım yerimden. Kaygılarla dolu bakmıştım hikâyeme… Gitmeye yeltendim. Kapatayım, sileyim, bu iş burada bitsin dedim. Olmadı…

Korkuyorum yazmaktan…

 

Yazamamaktansa daha çok korkuyorum.

 

Çünkü sözcükleri dönüştürebileceğim şeyleri biliyorum. O nedensiz mutluluğu… Ama sessizlik neye dönüşür bunu bilmiyorum. Kayboluyorum sessizlikte… Ben de karar verdim sözümü söylemeye. Kimseden müsaade istemeden, eyvallah etmeden o romanı yazmaya…

Belki kâğıtlara kavuşamaz, belki mürekkebe dönüşemez fakat…

Yazdıklarımı blog sayfama koyuyorum tefrikalar halinde. O günün kısmetine ne düşerse… Canım nasıl, ne kadar çekerse…

İletişim kitapevinin sloganında diyordu ki, “okumak iptiladır, müptelalara selam olsun”

Ben de diyorum ki, “anlatmak kara sevda, sevdalısına selam olsun…”

 

*** Romanımı okumak için: http://elifezgiuzmansel.wordpress.com/category/uyku-sersemi/

*** Yeni bölümleri takip etmek için: https://www.facebook.com/groups/elifezgiuzmansel/

 

Yazı Etiketleri
YAZARLAR
OBEZİTENİN ÖNLENMESİ İÇİN
ANA RAHMİNE HASRET
BOŞANMA SÜRECİNİN ARDINDAN
GEBELİK ŞEKERİ
BOŞANMA SEBEPLERİ II
12 KASIM HAFTASI
İYİ OLMAYAN YABANCILAR VAR
SEVGİ,FEDAKÂRLIK,BAĞIMLILIK
DETOKS SEBZE VE MEYVELERİ
MİNİK DOSTUNUZLA TATİLDE
BEBEKLER İÇİN YEMEKLER
NEFES ALMA PROBLEMLERİ
KOL ESTETİĞİ
SORULARINIZ VE YANITLARI 22

Yorum Yaz

Yasal Uyarı:Bu iletişim platformunda yorum yazanların, bilgi ve düşünce paylaşanların veya herhangi bir kanaldan site veya ziyaretçileriyle iletişim kuranların görüş ve düşünceleri, site editörlerini, modaretörlerini ve site hazırlayıcılarını bağlamamaktadır. Bu görüş ve düşüncelerin sorumluluğu tamamen ilgili kişilere aittir. Sitemizde reklam unsuru içeren yorumlara ve yönlendirici linklere yer verilmemektedir. Yorumlarınızı yazarken lütfen bunu dikkate alınız. Aksi halde iletileriniz yayından kaldırılacaktır.
Adınız:
Soyadınız:
Email:
Sikayet & Öneri:
Talebinizi Seçiniz :