Birkaç yıl daha böyle olmayı düşünüyorum, şimdilik daha fazlasına hazır değilim çünkü…
Otuz yaşındayım ama…
Eğer büyüdüğümüz oranda yaşlanmış/yaş almış olsaydık benden “seksen yaşındayım” haberini duymanız işten bile değildi… Seksen yaş… Öğrendiğim, yaşadığım ve gençliğimin gözünün yaşına bakmadan, aman vermeden hayatın bana biçtiği büyüme hızıdır bu… Savrulduğum virajlar, kırılma noktaları, dibe vuruşlar, yükseğe sıçrayışlar, başarılar, yıkımlar, hayal kırıklıkları ve şeytanın bacağına çaktığım tekmeler derken seksen oldukça adil bir yaş benim için… Tabii şimdilik…
Ve sanırım bu deli ırmakta, olanlar kadar olmayanlar da bana öğretmiştir… Aydınlıklardan daha çok karanlıklardan; var olanlardan çok yokluklardan, kalabalıklardan ziyade yalnızlıklardan daha çok ders çıkartmışımdır. Yolumu çizen soru, ne olmam gerektiğinden çok ne olmamam gerektiğidir anlayacağınız.
Büyüyeli çok uzun zaman oldu… Öyle uzun zamandır, hayatla aramda mesafesiz, doğrudan ve rahatsız edici ölçüde net bir ilişki var ki; nerede başlamıştı bu yüz göz olma hali anımsamakta zorlanıyorum. Sanırım olayları ve yaşantıları göğsünde yumuşatıp size paslayan insanların olmadığı andan itibaren büyümüşsünüz demektir. Kendinizin de içinde olduğunuz koca bir çemberin ve bu çembere sığmış her şeyin yalnızca (ve bir tek) sizi ilgilendiriyor olması hızla büyütür. Demem o ki, hayatla doğrudan temas kuruyorsanız ve hayat size geçtiği bütün iltimasları üzerinizden çekmiş olarak size cevap veriyorsa ve dahası bu cevapları istisnasız, çiğ çiğ yutmak zorundaysanız zaten çoktan büyükler liginde oynamaya başlamışsınızdır. İşte o başlangıç noktasını unutacak kadar uzun zaman geçmiş, burası kesin…
Her hayat kendi zorluğunu, kendi meşrebinde içinde taşır… Her dağın bir karı vardır yani… Ama insanların limanları da vardır… Çarpışırken, alabora olma riskini üstlenirken, zor hamlelere kalkışırken onlara dayanma gücü verecek olan kendi limanlarını düşünmektir…
Eğer bir limanınız yoksa, bir sığınağınız, bu ne yorgun bir büyümedir!
Zamanın erinde ya da gecinde bütün kıyamet ve kaos sona erdiğinde yeniden varoluşun arenasına dönebilmek için sizi sağaltan insanlar, dostlar, kardeşler, akrabalar, ana baba vardır…
Bazen de yoktur. Hiçbiri…
Benim uzaktan duyduğum seslerim var mesela… Bir elin parmağını geçmezler. Evlatlara gelince, onlara sığınmak koca bir haksızlık! Onun için ayakta durabilirim, gözyaşlarından gülümseme yontabilirim, yaramı saklarım ondan ama ona sığınmam! Zira bu kaide ters yüz olursa o haksız büyüme onun için baş döndürücü süratiyle başlar ve ne kadar hızlı büyürse o kadar canın yanacaktır. Bunu ona yapamam…
Öte taraftan kendilerine soluk almadan acıyan insanları sinir bozucu bulurum… Etrafındakilerin sempatisini isteyen bu kimseler alacağını alıp, toplayacağını topladıktan sonra geri kalanı kendileri tamamlamak için yazıklanmaya devam ederler… Bir de bunun aksine büyümekten bir türlü kesilmeyen, mola almadan bu kavgaya devam eden insanların zaman zaman kendilerine merhamet etmeleri gerektiğine inanırım. Tıpkı sırtlandıkları yükleri paylaşamadıkları, kavgada tek tabanca durdukları, deyim yerindeyse doğarken göbeklerini kendileri kestikleri gibi ihtiyaçları olan merhameti ve şefkati de kendi madenlerinden kazıp çıkartmaları gerekir. Zaten bu sükûnete uzun süre devam edemezler; ne bir alışkanlığa çevirebilirler kendilerine gösterdikleri merhameti, ne de yaşama biçimine… Ama erken büyümüşler, zaman zaman soluk alıp verebilmek için, kendi yüreklerinde bir liman biçmek zorundadırlar kendilerine…
Bir süredir sürekli dinlediğim bir şarkı çalıyor. Şebnem Ferah söylüyor… “Çok yorgunum, beni bekleme kaptan, seyir defterini başkası yazsın…” diyor o şahane sesiyle…
Otuz yaşımdayım…
Şu an bir sigara tellendiriyor ve şarkımı dinlerken yazmayı sürdürüyorum…
Bir yandan da içimden haykırıyorum: “Bir süre daha otuz yaşımda kalacağım eğer sakıncası yoksa” Kim bilir, kendi limanımda dinleniyorum, dinlenmek istiyorum, hayatın “bekle” tuşuna basmak istiyorum… Yapabilir miyim? Durabilir miyim? O limana çıkabilir miyim?
Şebnemse söylemeyi sürdürüyor “Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman… Beni o limana çıkaramazsın…”
Ben de tekrarlıyorum “beni o limana çıkaramazsın”
Ne diyeyim… Ne güzel şarkı…