Yaklaşık iki yıldır, belirli günlerde, banyo kapısının önüyle mutfak arasında volta atarak yaşıyorum sevgili okur. Klozetin üzerinde kırmızı bir virgüle dönüşmüş; ıkınmaya çalışan minik kızımı beklerken...
Hira’nın, tuvaletini klozete yapmaya başladığı; takribi 2.5 yaş dönemlerinden beri yaşıyoruz bu sorunu. Hira’ya göre “kakanın dışarıya çıkmak istememesi hastalığı” bu. Yani ona göre hasta olan kendisi değil, “kaka”!
Bir sene kadar önce, kabızlık şikayetiyle gittiğimiz ilk doktor ziyaretimizde “anal fissür” teşhisi konmuştu. Sürekli katı dışkılamaktan mütevellit, anüs girişinde sıyrıklar, çatlaklar oluşması ve kimi vakalarda dönem dönem kanamaya neden olması şeklinde açıklanabilecek bir boşaltım sistemi arızası bu. Ve nitekim, son dönemde Hira’da da kanamalar başlamıştı...
Tabii sen, facia senaryoları yazmada Oscar’a aday bir anne kişisiysen; popodaki bir damlacık kanı görür görmez; “Hiiiiii, çocuumun anüsü parçalanmış! Kesin çok ciddi bir durum bu! Bağırsağının yarısını kesip alırlar mı acaba? Kanın rengi de bi tuhaf sanki... Kesin ameliyat diycekler! Kız yoksa başka türlü bi hastalık mı???! Ayy Alllllah muhafaza...“ şeklinde kakofonik bir iç diyalogla soluğu internetin başında alıyorsun ve başlıyorsun; konuyla ilgili karşına çıkan her yazıyı okumaya...
İnternetle yetinmedim tabii efendim. Bendeniz bilinçli bir anneyim. Çocuğumu koltuğumun altına sıkıştırdığım gibi doktora koştum. Operatör doktor Bişey Bişey’e (bu başka bir doktor!) Muayene faslı, standart sorular falan... Verilen reçete: Sıcak suya oturtma seanslarını ve ağız yoluyla alınan likid vazelin desteğini saymazsak, zinhar aksatılmaması gereken bir “diyet” programı! Şunlar yenecek, şunlar yenmeyecek şeklinde...
Doktor talimatı verdiği anda “baaşüstüne komtanım!” selamımı çakıp, bebesinin kakasını yumuşatma görevini hayatı pahasına üstlenmiş kahraman bir anne olarak evde olağanüstü hal ilan ettim!
Beyaz ekmek yok. Bisküvi yok. Kek, makarna, pilav, patates, muz, elma (evet elma bile!) yok. Süt ve süt ürünleri sınırlı (ki Hira’nın favori besin grubudur). Bol lifli gıda tüketilecek. Sebze-meyve yenecek. Tencere yemeklerinden şaşılmayacak vesaire vesaire...
Normal koşullarda mutfakta pek az vakit geçiren biriyimdir. Yani ekseriyetle olayım şudur: Bütün gün yatar, Direnç’in gelmesine yarım saat kala telaş içinde uyduruktan bir karavana hazırlarım. Adam daha içeriye adımını atar atmaz da, belimi ovalaya ovalaya, mecalsiz bir ses tonuyla bütün gün ne kadar yorulduğumu falan anlatmaya başlarım... Ben mi iyi rol kesiyorum, yoksa benim bey mi şahane aptal rolü yapıyor, bilemiyorum. Ama işe yarıyor.
Hasılı kelam, “ev kadını müsveddesi” olsanız bile, konu “evlat” olunca... Akan suları durdurmak neymiş ki? Ters yöne akıtmaya başlıyorsunuz! Ben ki tembelin, pasaklının önde gideniyimdir; acımasız bir diyetisyene ve elleri sürekli soğan kokan çalışkan bir mutfak kadınına dönüştüm...
Bittikçe yenisi yapılan kayısı hoşafından, zeytinyağ içinde yüzen sebzelere, tencere tencere kaynatılan baklagilden, sabah çocukcağız uykusundan uyanmış esnerken ağzına tepilen incirlere kadar; ne emek, ne uğraş, ne mücadele... Kendimi aştım. Bentlerimi yıktım. Coştukça coştum...
Ama olmadı. Bir türlü istikrarı yakalayamadım. Birkaç hafta iyi gidiyor gibi oluyordu, sonra hopp; anlayamadığımız bir biçimde bizim kızın büzük trafiğe kapanıyordu. 1 gün, 2 gün, 3 gün, 5 gün... Düşün taşın; faturayı neye keseceğimi bilemiyor, sonunda geçenlerde benden habersiz yediği üç adet bisküviyi suçlu bulup öfkeyle infaz ediyordum. Yenilmişlik duygusunun yeşerttiği “beceriksiz ebeveyn” sendromuyla cebelleşmek de cabası tabii...
Tabii bir de okul cephesi var. Kontrolün sende olmadığı yegane yer... Anlatıyorsun durumu, “he he” diyorlar. Ama ya sonra? Ne kadar özen gösteriyorlar acaba? İçin içini yiyor... Yemek listesini takip et, yememesi gerekenleri hatırlat, öğün aralarında yemesi için ekstra meyve gönder ve kırk tembihle öğretmene teslim et, yedirdiler mi yedirmediler mi; paranoyanın dibine vur, çocuğu okul dönüşü sorguya çek... Ve bunca çabaya rağmen sonuç? Ağlayan, acı çeken, kaka yapma fikrinden hala ölesiye nefret eden bir çocuk, banyo kapısı ve mutfak arasında volta atarak çocuğunun kaka doğurmasını bekleyen üzgün, sinirli, bezgin bir anne...
Fakat... Nihayet...
3-4 hafta önce ziyaret ettiğimiz bir çocuk cerrahı meseleye noktayı koydu. Yaşlı başlı bir prof. idi kendileri. Böyle davudi sesli, kendinden emin, rahat... Muayene etti, hikayeyi dinledi. Ve başladı anlatmaya...
Adam anlatıyor anlatmasına da ben her fısatta konuyu yemeğe getiriyorum. Yine konuşmanın bir yerinde iki gün önce bezelye yedirdiğimi, akşama da taze barbunya pişireceğimi söylüyordum ki, adam “Yahu bırakın bezelyeyi falan! Mesele ne yediği değil, ne sıklıkta tuvalete çıktığı.” demesin mi!
Meğer çözüm, yani asıl çözüm, beslenmeden ziyade tuvalete çıkma alışkanlığındaymış sevgili okur. Sağlıklı bir insanın her gün, bilemedin iki günde bir hazneyi boşaltması gerekiyormuş. Elbette lifli beslenmek, sebzeyi meyveyi eksik etmemek önemliymiş, ama kalıcı çözüm; kakanın rektumda (bağırsağın son bölümü) uzun süre beklemeden, yani henüz yumuşakken vücuttan atılabilmesindeymiş. Zira rektumda emilim kaka vücuttan atılana kadar devam etmekteymiş. Akşam hamburger yedin diyelim. Ertesi sabah tuvalete çıktın mı mesele yokmuş. Fakat istersen bir kazan bezelye ye, 5 gün boyunca içinde tuttuysan kabızlık kaçınılmazmış... Konuşmanın tam orasında benim hep aklımı kurcalamış olan bir konuya da açıklık getirdi adam; “O zaman, örneğin Amerika’da yaşayan çocukların hepsinin kabızlık, anal fissür, hemoroid vb. sorunları olması gerekir. Malum; varsa yoksa ızgara et, sandviç, hamburger vs. tüketiyorlar. Tabaklarının kenarına süs gibi iliştirdikleri iki haşlanmış brokoliyi ya da öğle yemeklerinde yedikleri tek bir elmayı saymazsak...”
Neticede,
Sabah akşam, minimum 5 dakika, kakasını yapsın yapmasın, klozete oturtmamız gerektiğini söyledi doktor. Aksatmadan, kararlılıkla, istikrarla... Likid vazelin (vücutta kullanılmadan atılan bir tür yağ) desteğine de devam etmemiz gerektiğini ekledi. (Biz, bir önceki doktorumuz uzun süre kullanmamamız gerektiğini söylediği için bırakmıştık. Halbuki hiçbir yan etkisi yokmuş; devam edebilirmişiz...)
İlk 2 hafta çok zorlandık. Oturmak istemedi Hira. Ödüller, vaatler... İlk zamanlar kaka yapmadan kalksa bile yılmamamız gerektiğini, bir müddet sonra beynin, kalın bağırsağa ilgili komutu verip uyaracağını söylemişti doktor. Sanırım bizde de öyle oldu. Çünküüü, Hira son bir haftadır her gün kaka yapıyoooor! (Alkış ve konfetiler lütfen!)
Mutluyuz gururluyuz.
Bir de, hani insan çocuğu yemek yiyemediğinde huzur içinde yemek yiyemez, boğazından geçmez falan ya, valla ben de ne zamandır gönül rahatlığıyla büyük abdest şeedemiyordum. Ana yüreği işte. Konu ne olursa olsun...