Bendeniz hakiki bir hayvanseverim. Kedi, köpek, at, eşek, tavuk, horoz, tavşan, ördek, öküz, inek, böcek... Ayırt etmeksizin severim cümle hayvanatı. Tamam abarttım, böcek falan sevmem. Ama inan onlara bile acırım. Öyle üzerine basıp cırk diye ezemem. Lavaboda denk gelmişse mesela, akan suyun girdabında döndüre döndüre süzgeç deliğinden geçirmeye çalışırken üzülür, hüzünlenirim. Pirinç tanesi kadar da olsa, bir canlının yaşamına son verme fikri rahatsız eder çünkü. Kaldı ki insan, yaşadığı gezegeni paylaştığı tüm diğer canlıları sevdiği, gözettiği, koruduğu ölçüde “insandır”. Aksi takdirde her yanından bereket fışkıran şu güzelim yaşam topuna, diğer milyarlarcasıyla birlikte yapışmış kan emici pis bir sülükten başka birşey değildir...
Bu kadar uzun bir girizgahın amacı, birazdan söyleyeceklerimle ilgili gelebilecek olası eleştirilere karşı “duyarlı insan” imajımı pekiştirip kendime bir tür koruma kalkanı oluşturmak sevgili okur. K*çımı sağlama almak da diyebiliriz. Durduk yerde panter emellerin, puma receplerin şimşeklerini üstüme çekmek istemem. Ama hani, oldu da çektim; arslanlar gibi çarpışmaya da hazırım evelallah.
Yeni taşındığımız muhitte eskisinin on katı kadar kedi/köpek besleyen insan var. Ne güzel. Bununla ilgili bir sorunum elbette ki yok. Yanı sıra, sokak kedicik ve köpeciklerine gösterilen alaka da takdire şayan. Torba torba mamalar, tas tas sular, kartondan evler... Harika! Ama zaten benim meselem sokak hayvanlarıyla değil. Aslına bakarsanız benim meselem hayvanlarla da değil...
Evlerinde baktıkları hayvanlarla sağlıklı ilişkiler kuramayan, aman şefkatte kusur etmiim derken “terbiye” işini yüzüne gözüne bulaştıran, böylelikle günahsız minicik yavruları şımarık, dengesiz, agresif birer ite dönüştüren “insanlarla” benim meselem.
Birileri bu insanlara, “oğğğluuum/kızzzııııım” diye aşk dolu naralar atıp tüylü yanakları mıncırmakla, yüzünü gözünü yalatıp “hihihihi seni salyalı şey ” diye şakalaşmakla, ekoseli entariler giydirip, benim kızlara takmadığım kadar renkli ve havalı tokalar takmakla, en pahalısından mamalar en kokulusundan şampuanlar almakla köpek “sahibi” olunamayacağını, bu işin o kadar basit olmadığını söylesin, rica ederim!
Öncelikle, altını fosforlu kalemle çizerek belirtmek isterim ki; biz karı-koca, kızlarımızı ta bebekliklerinden beri, hayvanlardan, özellikle de sokak hayvanlarından sakınmadan büyütüyoruz. Yaklaşmalarına, okşamalarına izin vermekle kalmayıp, teşvik ediyoruz. “Hayır Hira kuyruğunu değil, ensesisini okşamalısın. Sırtını da sevebiliriz böyle.. Eveeet afferim.. Bakın sevdi sizi hehehe.. Mina bırak hayvanın kulaklarını. Evet onlar bıyık. Hayır çekme, çekme!” şeklinde onlara eşlik ve rehberlik ediyoruz. Hayvan sevgisi aşılamak, hele ki bizimki gibi; hayvanların asalak muamelesi gördüğü, türlü eziyetlere maruz kaldığı, kırk fırın ekmeğin kotaramayacağı kadar umutsuz bir ülkede, daima birincil sorumluluklarımızdan biri oldu...
İki ay kadar önce... Ailece yürüyüşe çıkmışız, avare avare dolaşıyoruz. Girdiğimiz sokaklardan birinde, birkaç hanım yolun ortasında toplaşmış, en koyusundan muhabbet döndürüyor. Kadınlardan birinin yanında kısa tüylü, sevimli, türünü bilemediğim, orta irilikte bir köpek, uslu uslu duruyor. Tasmasının ipi sahibinin elinde... Kızların tesadüfen karşımıza çıkan bu köpeciğe gösterdikleri sevgi dolu tezahürata biz de katılıp yolumuzu değiştirmeden önümüzdeki kadın grubuna doğru yürümeye devam ettik. Tam yanlarından geçiyorduk ki... Hayvan bir anda dellendi! Mina’nın töpetçiiiit töpetçiiiit (köpekçik köpekçik) diye seslenmeleri, hayvanın delice havlayarak üzerine doğru zıplaması ile gerisin geri gidip boğazında düğümlendi. Tam bir şok anı. Sahibi tasmanın ipini az bişii gevşetse, hayvan, kocasını ayartan yollu yosmaya rastlamış çirkef karılar gibi saç-baş dalacak Mina’ya. Böyle bi sağa sola sıçramalar, kuduruk kuduruk havlamalar... O an Direnç’in sinirden burun deliklerinin titrediğini gördüm. İçinden geçeni gayet iyi biliyordum ve bu yüzden tek istediğim Işık familyasını bir an önce olay mahallinden uzaklaştırmaktı. Köpeğin sahibi olan kadın, ilk kez başlarına geliyormuşcasına; derin hayretler içerisinde Suzi’ye sitem etti, “A-aaaaa! Kızııım? Suzi neden böyle yaptın annem? Cık cık.. Aşk olsooon..” Ağzım bi karış açık baka kaldım... Lan ben benim bebelere bu kadar nazik, bu kadar sözcüklerimi seçerek konuşmuyorum yemin ederim. Biz oradan hızla uzaklaşırken kadın da yanındakilere o klasik savunmayı geveliyordu: “ahhahha.. nası şooldu annamadım.. hiç yapmaz aslında..” Ahhahhahmış! Kal*ak! Benim kızın budunu kapaydı senin it, gösterirdim ben sana nası şoolduğunu...
On gün kadar önce bizim evin sokağında yine ailece yürüyoruz... Karşıdan, bir öncekine göre daha irice bir köpek, öyle gezine gezine sakin sakin geliyor... Sahibi olduğunu tahmin ettiğim kadın da uzaktan uzağa köpeği takip ediyor. Bu sefer Hira, köpeğin yanına gidip sevmek istedi. Biz Direnç’le, bir önceki olaydan ağzımız yanık tabii, “Dur bakalım, huyunu bilmiyoruz. Bekle bi..” falan diyecek olduk. Fısıltılarımızı işiten ve biricik oğluna potansiyel manyak muamelesi yapılmasına içerleyen kadın ‘sen bakma o hayvan düşmanı ana-babana’ tonlamasıyla “Gel canım gel, bişii yapmaz.” diyerek Hira’ya eliyle gel işareti yaptı. Bizim içi içine sığmaz, gözünü budaktan sakınmaz erkek fato köpeğe doğru yolu yarılamıştı ki, hayvan korkunç bir hırlamayla Hira’ya doğru yürümeye başladı. Panik içinde geri çark eden Hira’yı tuttuğu gibi arkasına savuran Direnç, sürüsünün önünde bir aslan ululuğunda dikilip köpeği beklemeye koyuldu. Ben köpeğin ruhuna el fatiha okumak üzere euzü besmele çekiyordum ki, şanslı it, 1-2 metre kala sahibinin sesine kulak vererek hırlamayı kesti ve yön değiştirdi. Yoksa bizim öfkeli aslandan böğrüne yediği depikle, kendini karşı yaka sahillerinde bulması ve tarihe “ilk hezarfen köpek” olarak geçmesi kuvvetle muhtemeldi. Kadın, tıpkı bir öncekinin yaptığı gibi; bolca hayretle ama zinhar neşesine zeval getirmeden oğluşuna teessüf etti...
Uzun lafın kısası, şunu bilmek lazım: Hayvan hayvandır, insan insandır. Evet, hayvanlar masumdur, temizdir, güzeldir. Lakin, terbiye edemediğiniz yetmezmiş gibi, bir de insanlaştırmaya çalışırken ayarlarını bozduğunuz hayvancağıza % 100 kefil olmak haksızlıktır, deliliktir, tehlikelidir! Gepetto bir masal kahramanıdır. Sizin oğlunuz/kızınız hiçbir zaman iki ayağı üzerinde yürüyemeyecek. Size “anne” diyemeyecek. Bunu kabullenin! Altını bezlemeye, sofrada yemek yedirmeye, küçük bey/hanım kıskandığı için kendi öz çocuğunuza mesafeli durmaya kadar vardırırsanız bu ebeveynlik saçmalığını, birgün bir bakmışsınız roller değişmiş; görünmez tasmasıyla gezdirilen siz olmuşsunuz. Alemler arası farkı bileceksiniz. Bilecek ve ona göre davranacaksınız. Başka yolu yok. Ha ya da “hezarfen” seçeneği var. Nasıl isterseniz...
Bakınız dünyaca ünlü Amerikalı köpek eğitmeni ve köpek rehabilitasyon merkezi sahibi Cesar Millan; kişinin, köpeğinin arkadaşı değil, efendisi olması gerektiğini söylüyor. National Geographic’te yayınlanan Dog Whisperer(Köpeklere Fısıldayan Adam) adlı programında, geneli sahiplerinin iyi niyetli ama “yanlış” tutumları yüzünden tuhaf triplere girmiş yahut hepten delirmiş sorunlu köpekleri, seyircilerin gözü önünde, yalnızca “şşş, hey” gibi ses komutları ve hafif sert dürtüklemelerle yola getirip, kısa süre içerisinde mutlu, dingin, söz dinleyen, uyumlu kuzucuklara çeviriyor.
Aha bu foto da hayvanları sevdiğim ve çocuklarıma hayvan sevgisi aşıladığım konusunda palavra sıktığımı düşünen panter emellere gelsin... (Hira & Köpekçik.. Temmuz 2010 / İstanbul)
https://twitter.com/#!/kanaviche