Son zamanlardaki favori karakterim. Gaius Marcius Coriolanus…
Neden mi? Tüm hayatını; ülkeni ve halkını korumak için ada ve bu yolda ölümlerden dön, halkın refahını arttırmak için senatör olmaya çalışırken, birkaç çıkarcı tarafından yalan yere itham edil, suçlan. Onurun, şerefin, inançların, aile şerefin ayaklar altına alınsın ve korumaya yemin ettiğin halk tarafından sürgüne gönderil…
Bu ihanet değil midir? Sadakatle bağlanmanın, ölümlerden dönmenin faturası, göğsünüze saplanan hançer gibi ihanet olmamalı.
Kim istemez intikam, kim arzulamaz dizlerinin üzerine çökmüş bir düşman.
Ve karar verirsiniz düşmanımın düşmanı dostumdur diye. Önce boynunuzu sunarsınız ezeli düşmanınıza sizi öldürmesi için, kabul etmezse, sonsuz sadakatinizi sunarsınız intikam için.
Dize gelir tüm düşmanlar. İsminizin fısıldanması bile korku salar size ihanet edenlerin yüreğine. Çaresizliklerini gizlemek için önce eski yoldaşlarınızı yollarlar, olmaz. Sonra dostunuzu, akıl hocanızı yollarlar gene olmaz. Son çare karınızı, çocuğunuzu ve annenizi yollarlar önünüzde eğilmeleri için.
Her evlat gibi…
Her koca gibi…
Her baba gibi…
Dayanmaz, ne sizin yüreğiniz ne de eski düşman yeni dostunuzun yüreği, kabul edersiniz barışı ve intikamınızı unutmayı. Ancak boş eller şeytanın oyun alanıdır, rahat durmazlar, siz barış için giderken arkada bıraktığınız fırsatçılar başlamışlardır kuyunuzu kazmaya.
Taraf değiştirmenize, ülkenizi, halkınızı, dostlarınızı ve hatta ailenizi karşınıza almanıza rağmen verdiğiniz sadakat yemini yüzünden dönersiniz yeni dostunuzun yanına sadece demirin soğuk keskin tadına bakmak ve kendi kanınızda boğularak ölmek için.
Bir ara oturun okuyun Coriolanus’u. Sorgulayın kendi sadakatinizi. Bir daha düşünün takip ettiğiniz veya örnek aldığınız insanların sözlerini, davranışlarını ve sadakatlerini. Hatta biraz dostluklarınızın önemini ve sadakatini sorgulayın.