Bir köşede kıvranan sokak kedisi gibi, yaramın iyileşmesini bekledim. İlk kez değil. Onun hiç haberi yoktu. Her gün nasılsa, o günler de öyleydi. O benim kocamdı, beni yeterince seviyordu… Çocuğumun babasıydı, bana karşı daima nazik ve iyiydi… Ben ne istiyordum değil mi?
O, benim hayatımın aşkı.
Saçlarının içindeki her rengi ve rüzgârı ezberlemek benim en önemli işimdi. Bir aşığın sorumlulukları vardır. Benim de vardı. Onun için en güzel şarkılarda düşler kurmam gerekiyordu. Ondan çiçekler ummam gerekiyordu. Üzerinden çıkarttığı tshirti katlamadan önce kokusunu içime çekmem gerekiyordu. Eve gelene dek geçen sürede sabırsızlanmam gerekiyordu.
Sorumluluk sahibi bir aşıktım ben, onun gönlüydüm, gönüllüsüydüm…
Asla paramız az, arabamız eski, evimiz yok diye kavga etmem, umrumda değil çünkü. Bu dünyada somut olan hiçbir şey size ait değildir, öyle zannedersiniz. Ama beni az öptü diye yaygara kopartabilirdim, televizyonu benden daha çok seyretti diye, dışarı çıktığımızda ellerimi gevşekçe tuttu diye… Bunlar uğruna kavga etmeyeceksek, çirkef bir dırdırcı olmaz mıydık? Ancak bunlar uğruna savaşacaksak, savaşa evet… Sevişmek uğruna savaşa evet…
Anne olduğum için daha ağırbaşlı olmam gerektiğini zırvalayanlar oldu… Bense oğluma baktığımda aşkın atom parçasını görüyorum. Oğluma baktığımda sevdiğim adamın teninden, etinden, içinden kopanı görüyorum…
Sessizce çektim…
Yemeğimi karıştırırken, dikiş dikerken, saçlarımı tararken, oğlumun altını değiştirirken, onunla oynarken, yatağımı düzeltirken, o uyurken… Kitaplarımın satır aralarından kucağıma döküldü, kelimeler ona büründü, aşk acısı çektim. Buz gibiydi, yanıyordu, çok acıyordu fakat çok tatlıydı yüreğimin içi… Yaşadığımı hissediyordum.
Sessizce yeni bir tomurcuk gibi kocaman sancılarla çatladı içimde, yeni bir çiçek açtı… Onun haberi yoktu.
Hiçbir kitapta yazması gerekmiyordu, zamanı olması gerekmiyordu, kurallara uyması gerekmiyordu… Kendi kuralını kendi yazıyordu. Durup dururken oluyordu. Anlam aramıyordum. Biraz günaha giriyordum onu daha çok severek sanki. Tövbe edemiyordum.
Ve ne zaman nüksetse yerini belli eden bir ağrıydı bu biliyordum. Ben kroniktim… Bir zaman gelecek, sakinleşecek ve durulacaktım. Sonra yeniden bina boyunda yükselen dalgalar gibi yükselecektim… Ben yine parmak uçlarıma kadar irkilecektim, ona baktığımda bütün bunları düşünecektim, o bilmeyecekti… Ziyanı yoktu.
Eğer herkesin hayatta ulvi bir amacı varsa, yaşadığı bütün zorluklara bu ulvi amaç için katlanıyorsa belki benimki de buydu… Belki de ulvi bir yanı yoktu ve olması da gerekmiyordu. Belki her şey benim kurgumdu… Belki de değildi. Belki hayat berbat bir kramp gibi içinize saplandığında, krampı değil de başka bir şeyi düşünerek o rezil ağrı(lar)ın geçmesini bekliyorsanız; kendisine tutunduğunuz şey sizin amacınızdır. Bunu bir tek ben mi biliyordum, o da biliyor muydu? Önemi yoktu…
Ben böyle yaşıyordum.
Sessizce…